SENDİKACILIK VE ‘PARTİLER ÜSTÜLÜK’ TİYATROSU
SENDİKACILIK VE ‘PARTİLER ÜSTÜLÜK’ TİYATROSU
Türkiye’nin 1945 sonrası Atlantik sistemine bağımlı hale gelerek, “küçük Amerika” olma sürecine 27 Mayıs 1960 devrimiyle kısa bir ara verildi. Sosyalist nitelikteki TİP (Türkiye İşçi Partisi) ‘in kurulması ve 15 milletvekili ile mecliste temsil hakkı kazanması, TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası)‘ün kuruluşu, anti-emperyalist devrimci gençlik hareketlerinin kitleselleşmesi, bir grup sendikacının Türk-İş’ten ayrılarak DİSK’i kurması, 1961 Anayasası ile sağlanan örgütlenme hakları ve düşünce özgürlüğünün hayat bulduğu bu iklimde gerçekleşir.
O yıllardan günümüze tartışıla gelen konuların başında, evvel emirde sendikalar olmak üzere DKÖ (Demokratik Kitle Örgütleri)’lerin siyasi partilerle ilişkileri gelir.
Sendikaların ve DKÖ’lerin kamusal bir işleve sahip olmaları nedeniyle onları siyasal alandan tamamen soyutlamak mümkün değildir. Tam burada cevap aramamız gereken soru, “sendikaların siyasi partilerle ilişkisi nasıl olmalıdır?” dır.
Her siyasi örgüt kitle çalışması yürütmek zorundadır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi kamusal bir işleve sahip olması nedeniyle sendikalar ve demokratik kitle örgütleri de birer siyasi örgüttür. Sendikalar ve diğer tüm siyasi örgütler kitleler içerisinde yürütülen faaliyet sayesinde büyür, gelişir ve serpilirler.
Ancak ‘siyasi olma’ ortak noktasında birleşilse de sendikalar ve siyasi partiler arasında belirgin farklar vardır.
Siyasi partiler bulundukları ülkelerde tüzük, program ve kadrolarıyla hedeflerini hayata geçirebilmek için çalışan, iktidar olma rotasında ülkelerini yönetmeye talip örgütlenmelerdir. Sendikalar ise iktidar olma ve ülkeyi yönetme hedefleri olmayan, faaliyette bulundukları iş kolunda üyelerinin çıkarlarını gözeten, bu çıkar ve hakları geliştirmeye çaba harcayan örgütlerdir. Hedef kitlesi faaliyette olduğu iş kolunda tüm emekçilerdir ve onları kendi tüzükleri ve amaçları doğrultusunda örgütleyerek hak mücadelesi verirler.
Bu ayrım çerçevesinde sendikalar ile siyasi partiler yan yana gelebilir, ortak eylemler ve etkinlikler örgütleyebilirler. Burada esas belirleyici olan “ilke ve hedefler” dir.
Bu durum ülkemizde maalesef pek çok örneğini gördüğümüz üzere çarpıklıklarla yürüyor. Ülkemizde siyasi partilerle sendikaların ilişkilerindeki birinci yanlış; sendikaları bir siyasi partinin kolu olarak araçsallaştıran anlayıştır. Böyle bir bağımlılık hem siyasi parti için hem de sendika için sorun ve sıkıntı kaynağıdır. Bu durumda sendika kitleşelleşemez, sandık temsiliyet niceliği ne kadar olursa olursa olsun, onu dar bir topluluğun cılız bir yapısı haline gelir.
İkinci olarak; ülkemizde sendika ve siyasi parti ilişkilerinde asıl sorun ve üzerinde esas durmamız gereken nokta, “partiler üstü” iki yüzlülüğüdür. Bizim gibi emperyalizmle bağımlılık ilişkisi önemli ölçüde sorunlu ülkelerde “partiler üstü” tanımlamasının sistem partilerine dönük bir “korunma kalkanı” olarak değil, sistemin dışındaki öncü partiye dönük bir bahane olarak kullanılmasıdır.
İkiyüzlülük buradadır. Mecliste koltuğu olan, belediye yöneten, sendikacılara etkisi altında bulunan yerlerde koltuk, makam, mevki ve bilumum imkan sağlayan siyasi partiyle yan yana gelmek noktasında çekingen davranmayan sendika-konfederasyon, sistemin karşısına çelik gibi dikilen öncü partiyle yan yana gelmek söz konusu olduğunda “partiler üstü” tiyatrosunu oynamaya başlar.
Nitekim bu satırların yazarının da örgütlü olduğu Eğitim-İş sendikasının ve onun bağlı olduğu Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu yöneticilerinin oynadığı tiyatro, ülkemizdeki sendika-siyaset ilişkisinde verdiğimiz ikinci durumdaki çarpıklığa bire bir uymaktadır.